Ne okumalı?
Meğer okumaktan yana ne kadar dertliymişsiniz? Oysa okumak ile ilgili yazıları yazarken zihnim endişe
bulutlarını harmani gibi sarınmış durumdaydı. Paylaşacak birileri olur mu? diye kalemim tereddütlü adımlarla
kat ediyordu sayfaları. Yazılardan sonra fakslar, e?mailler birbirini kovaladı. Hepinize teker teker cevap
vermeye gayret ediyorum ama gelecek haftalarda yönelttiğiniz soruları müstakilen ele almayı düşünüyorum.
Bugün, ?Nasıl okumalı?? ve ?Niçin okumalı??dan sonra ?Ne okumalı?? sorusunun cevabını hep birlikte
arayalım.
Okurken gençlerin başlarının en sık derde girdiği nokta, bir tür rehberlik faaliyeti demek olan okuma
yönteminin öğretilmemiş olması. Bu yakıcı soruyu içlerinde duyanların okumanın gerekliliğinden şüpheleri yok.
Yani Niçin okumalı? sorusunun cevabını iyi kötü biliyorlar, lakin tezcanlılıkla hemen, Öyleyse ne okumalıyız?
sorusuna sıçramak istiyorlar.
Bence asıl handikapları, bu noktada. Çünkü okumanın yöntemini, tekniğini, usûlünü öğretmeden hangi
kitapların okunacağını söylemek, bazan onların yönlerini şaşırmalarına, zihinlerinin alt üst olmasına yol
açabiliyor.
Sık sık aşağıdaki e?mail adresime şu mealde mesajlar geliyor: ?Ben filanca, şu okulda okuyorum, kendimi
yetiştirmek istiyorum, bana bir kitap listesi gönderir misiniz?? Bir süre bekletiyorum cevabımı, düşünebilmek
için. Ama delikanlı asi mi asi: ?Ben de size güvenmiştim, cevap vermeye tenezzül bile etmediniz?? Oysa kitap
tavsiye etmek kadar ağır bir sorumluluk gerektiren ikinci bir kalem olduğuna inanmıyorum. Bu bisküvi markası
tavsiye etmeye benzemiyor ki! Beğenmezseniz atın, diyemeyeceğiniz bir konuma sokuyorsunuz karşınızdakini.
Eline alıp okuduğunu henüz bütün encamıyla ölçüp tartabilecek bir birikim kıvamına erişmiş değil ki
muhatabınız.
Düşünün: Bir insan size bütün aklını ve gönlünü bir kova gibi açmış, ağzınızdan çıkacak üç beş kitap ismi
ile kendine bir gelecek kurmayı hayal ediyor. İşte burada ?abi?nin sorumluluğu bir kat daha artıyor.
İslam tarihinin yetiştirmiş olduğu âlimlerin hayat hikâyelerini okurken bir şey dikkatimin cımbızından hiç
kaçmaz. Orada söz konusu âlimin, filanca medreseyi bitirmiş olmasından ziyade tahsilini kimden yaptığı, hangi
hocalardan o dersi okuduğu önemle vurgulanır. Bunun anlamı şudur: Kitaplar, okur yazarlığı olanların önünde
açık bir vaziyette duruyor. Lakin o kitapları hangi usûlle, hangi yöntemle ve kimin dizinin dibine diz çökerek
öğrendiğiniz önemlidir geleneksel tahsil sistemi için. Bu tefsir ilmi için olduğu kadar hadis ilmi için de böyle.
Tasavvuf ise zaten başlı başına bir davranış ve zihin eğitimi demektir.
Öyleyse, şu okuma listeleri vermek meselesi, nereden bakarsanız bakın tehlikeli. Tavsiye ettiğiniz kitabı
alacak kaba sahip olmayabilir muhatabınız; gelip sizi bulabilecekse, mesele yok. Ancak gazete köşelerinden
kitap tavsiye edenler için böyle bir yakınlaşma imkânı yok denecek kadar sınırlı. O insanın okuduğunu hazmedip
edemeyeceğini, okuduktan sonra kafasında uyanan soruları nasıl izah edebileceğini, bir müşkille karşılaşırsa
kime gidip danışabileceğini de öğretmeden, yani bir tür usûl bilgisi öğretmeden ?Yelkenler fora!? deyip insanları
kitap ormanına rehbersiz olarak salıvermek göründüğünden de ağır bir sorumluluk yüklüyor yazarın omuzuna.
Biliyorum, meseleyi biraz abarttığımı, kitap tavsiye etmekten kaçmak için bahaneler uydurmaya çalıştığımı
düşünmeye başladınız. Kısmen de haklısınız. Ancak burada söylemek istediklerimi bir cümlede toparlamama
izin verin:
Öğrenmek, gerçekte nasıl öğrenileceğini öğrenmek meselesinden kopartılarak ele alınamaz.
Böyle ele alındığı içindir ki, Türkiye?de bir bilgi bataklığı içerisinde cebelleşen öğrenciler ve öğretmenler,
bir süre sonra birer papağana dönüşüyor. Bilgi dalının bütünü hakkında, bu bilgi dalının evrensel bilgi şeması
içinde nereye oturduğu hakkında ve o bilgiyi öğretme yönteminin felsefesi hakkında bilgi sahibi olunmayınca
mevcut zihin dağınıklığı, yazılan mektupların ifadelerinden de anlaşıldığı kadarıyla, dile de yansıyor ister
istemez.
Öğretmek her şeyden önce berrak bir anlatımla mümkündür. Bu da ciddi bir dil eğitimini, giderek bir dil
bilincini gerektirir. Geniş bir kelime hazinesini, dilin nüanslar zenginliğine vukufiyeti, terimler üzerinde
uzlaşmayı sağlayamamış bir dille yukarıdan beri vurgulamaya çalıştığım öğrenmeyi öğrenmek nasıl
gerçekleşebilir ki!
Cemil Meriç dil bilincine en sık vurgu yapan düşünürlerimizden. Sohbetlerinden birinde, taraf tutmak
deyiminin yerine ortaya atılan yan tutmak?ın yanlışlığına, taraf?ın soyut (mücerret) olmasına mukabil yan?ın
somut (müşahhas) olduğunu söyleyerek işaret ediyordu. Anlayacağınız dilimiz, artık soyut olarak taraf tutmayı
bile ifade edemeyecek kadar somut ve maddi bir idrak düzeyine indirilmiş durumdadır. Bu kadar maddeleşmiş
bir dille felsefe de, edebiyat da, hatta bilim de yapılamaz.
Demek ki okumak, her şeyden önce bir dil bilinci ve dil zevki ile ilgili bir eylemdir. Okumak, insanı bu
bilince doğru götürdüğü gibi, dilin tabakalarına, katmanlarına nüfuzu, dilin nüanslarına erişmeyi de mümkün
kılar. Demek ki dil, bir kültürün başka pek çok maddi taşıyıcısı ortadan kalksa bile tek başına geçmişi içinde
taşıyan ebedî bir ırmaktır. Ne yazık ki bu ırmağın kurumaya yüz tuttuğu günlerdeyiz.
Bunun içindir ki, ilk yapmamız gereken iş, dil ırmağını yeniden çağlatacak kaynakları bulup hafızamıza
akıtmaktır. Ondan sonraki görevimiz, hangi alanda veya alanlarda okuma yapacaksak ilgili bilgilerin bir
sistematik ve usûl dairesinde öğrenilmesine gayret etmek olmalıdır.
Bir dil bilincine erişmek ve Türkçenin asırlar içinde kazanmış olduğu eşsiz zenginliği kavramak, onu berrak
bir su gibi içmek için edebiyatımıza eğilmek zorundasınız. Bunun başka bir yolu yok. Bir milletin dili, sözünü
ettiğim ebedî ırmak, her zaman edebiyat yatağı içerisinden akmış ve en ıtırlı meyvelerini orada vermiştir. Onun
için edebiyatımızın ve dilimizin ustalarını tespit ederek baş ucunuza koyun ve onları sık sık ziyaret edin. Onların
her ziyaretinizde bir başka güzelliği ile karşınıza çıktığını göreceksiniz.
Hemen ?Mesela?? dediğinizi duyar gibi oluyorum. Peki peki, birkaç kitap ve yazar ismi söyleyeceğim,
çünkü yazıyı buraya kadar okuduğunuza göre bir miktar öğrenmeyi öğrenmek?in önemine vakıf oldunuz
demektir!
Tabiatıyla hepinizin seviyesini, yaşını, ilgilerini, tahsil şartlarını, arka planını, imkânlarını tek tek bilmem
mümkün değil. Ancak Türkçe için olmazsa olmaz kabilinden aklıma geliveren birkaç isim şunlar: Son dil
virtüozlerimiz Ahmet Hamdi Tanpınar (Huzur ve Beş Şehir), Peyami Safa (Dokuzuncu Hariciye Koğuşu), Cemil
Meriç (Bu Ülke), Yahya Kemal (Kendi Gök Kubbemiz), Reşat Nuri Güntekin (Yaprak Dökümü, Çalıkuşu),
Halide Edip Adıvar (Mor Salkımlı Ev), Yakup Kadri (Yaban), Ruşen Eşref Ünaydın (Diyorlar ki), Falih Rıfkı
Atay (Zeytindağı), Mehmet Akif (Safahat), Necip Fazıl (Çile, Cinnet Mustatili), Ömer Seyfettin (hemen bütün
hikâyeleri), Sait Faik (Semaver?Sarnıç Bütün Eserleri?1).
Bu liste çok daha uzatılabilir gerçi ancak başlangıç için sanırım yeterli.
Umduğunu bulamayanlar biraz daha sabretsin. Gelecek hafta daha geniş ve çeşitli ilgilere hitap edecek bir
okuma listesi geliyor, haberiniz olsun!
Mustafa Armağan,Zaman Gazetesi,Kültür Atlası Köşesi(19.05.2000)