felsefenin dili
Felsefe dediğimiz bilgi alanı genellikle insanlarda korkuyla karışık bir saygı uyandırır. Korkuyla karışık bütün saygılarda saygısızlığa çok benzeyen bir şeyler vardır. İnsanlar felsefeyi sessizce hor görürler, onuun girilmez bir alan, girilmediğinden de tozdan topraktan, taştan dikenden ötürü dolaşılmaz bir alan olarak belirlerler. Felsefeyi açık açık yermek, yok saymak doğru değildir, bu yüzden bu çok ciddi, çok asık suratlı alana yan çizmek en kolaydır. Sanat kadar da işe yararsız bir alan olarak düşünülür. Elbette bu bir yanlış anlamadır ve bu yanlış anlamada filozofların büyük payı vardır. Felsefe her şeyden önce herkesin giremeyeceği, herkesin girmemesi gereken bir ortam olaak düşünülür. O bir ayrıcılar oratmıdır, her kişi bu ortama elini kolunu sallayarak girerse ne olur!
Ben de felsefeyi her insanın elini kolunu sallayarak girebileceği bir alan olarak görmüyorum, ama her isteyenin rahatça girebileceği bir alan olarak görüyorum. Elini kolunu sallayarak girmekte felsefenini kaldıramayacağı, daha doğrusu düzenli düşüncenin kaldıramayacağı bir gevşeklik, bir gelişi güzellik, bir olsa da olur olmasa da olur rahatlığı vardır. Felsefe derin düşüncedir, derin düşünce olmaktan çok köklü ve kapsayıcı düşüncedir, bu yüzden onun belli bir düzende kavranılması olasıdır. Felsefeyi istemek için onu göze almak, göze almış olmaz gerekir. Bu da belli bir çabayı, dizini kırıp çalışmayı gerektirir. Bununla birlikte felsefe birazcık sağduyusu, belli bir genel kültürü, herşeyden önce de belli bir öğrenme çabası olan kişiye rahatça açılacak, açılabilecek bir alandır.
Felsefe için bu böyledir ama felsefeler için aynı şeyi söylememiz elbette olası değildir. Bazı felsefe ya da bazı filozoflar bir çırpıda kavranılacak kadar aydınlıktır. Descartes yazdıklarının bir roman kadar kolay anlaşılmasını istiyordu. Gerçekten Descartes felsefesi oluşumuyla ve gelişimiyle olduğu kadar diliyle de bir romandır, yazı sanatlarının en güzel örneğidir. Fransız dilinin güçlü bir biçimde yeni yeni kurulduğu, latin dilinin böylece ulusal dilleri gelişimini izleyerek geri çekildiği, tarihin kuytu yerlerine yerleşmeye hazırlandığı bir dönemde Descartes'ın apaçıklığı neredeyse bi mucize görünümündedir. Bu mucize elbette birazcık da felsefeyi sözle oynamak olarak düşünmüş olan zamanların anlayışsızlığına tepkidir. Usçu Descartes her zaman düşüncede duygusal bir şeylerin olması gerektiğini düşünmüş, hatt şairlerin doğrulara filozoflardan daha etkin bir biçimde ulaştıklarını söylemiştir.
Düşünce tacirleri olarak kınadığımız sofistler, belki de işleri gereği düşünceden çok söze önem verdiklerinden, sözünü açık ve anlaşılır bir biçimde söylemiş insanlardır. Felsefeye karşı olan ya da felsefi düşüncenin olanaksızlığını ortaya koymaya çalışan bu filozofların en büyük hizmeti belki de belki de değil elbette, felsefeyi ayağa düşürmüş, sokaklara indirmiş, alanlara götürmüş olmalarıdır. Bir sofistten başka bir şey olmayan Socrates sanırım öğrencisi Platon'a iki şey aşılamışsa, bu iki şeyden biri felsefeyi gündelik dille konuşmanın güzelliğidir, öbürü de ülkücü bakış açısı olmak gerekir. Ne Platon'da ne öğrencisi Aristoteles'te felsefe anlaşılmaz bir derinliğe ya da daha çok görünmezliğe bürünmüştür. Socrates'ten ve hatta Platon'dan çok daha köktenci bakan, bu yüzden tüm insan ve evren sorunlarına deşici, eyrıştırıcı bir bakışla yönelmiş olan Aristoteles gerçek anlamda kolaylıklar filozofudur: bir doğruyu ortaya koymakla yetinmez, onu örnekle somutlaştırır; bir konuyu bir yerde işleyip bırakmaz, ona çağdaş eğitim bilimin öngördüğü anlamda değişk bağlamlarda yeniden yeniden döner.
Felsefe dergisi 1990 şubat,mart
DEVAM EDECEK...