Onu Bes Sehir'le tanidim; on alti yasindaydim ve galiba Tanpinar adini o gune kadar hic duymamistim. 1000 Temel Eser dizisinin besinci kitabi olarak 1969 yilinda Milli Egitim Yayinevi'nin vitrininde gorunce, ayni dizinin diger kitaplari gibi, onu da harcliklarimdan artirarak biriktirdigim bes lirayi hic tereddut etmeden verip aldim. Uzerinde Istanbul, Bursa, Ankara, Erzurum ve Konya haritalarinin bulundugu cagla yesili kapagi, kagidi, baskisi ve rahat sayfa duzeniyle de "Oku beni!" diyen bir kitapti. Yavas yavas okudum; okudukca onumde bambaska bir dunyanin acildigini hatirliyorum. Uslubu, duyus tarzi, derin bilgisi ve bu bilgiyi kendisiyle birlikte dogmuscasina sahsilestirip "yasanti" haline getirmedeki benzersiz maharetiyle buyulemisti beni.
On alti yasinda bir cocuk Tanpinar'i ne kadar anlayabilir? Suphesiz ilk okuyusta Bes Sehir'in tadina yeterince varabildigim soylenemez. Fakat onun bu sehirleri anlatirken aslinda anlatmaktan ote bir is yaptigini farketmistim. Nitekim bir sure sonra yasadigim sehre onun gozuyle bakmaya, hatta onu taklid ederek kucuk denemeler yazmaya basladim. Ilk kalem tecrubelerim Sivas Ulucamii'ni, Gokmedrese'yi, Cifteminare'yi vb. Tanpinar tarzinda anlatmaya calistigim kucuk yazilardi. Artik ben bir Tanpinar'ciydim; fakat Bes Sehir disindaki eserlerinden haberim yoktu. Sadece Nihad Sami'nin lise ucuncu sinif Turk Dili ve Edebiyati ders kitabindaki Bursa'da Zaman siirini biliyordum; bir de bu siirin Mehmet Kaplan'in Siir Tahlilleri'ndeki tahlilini.
Sonraki dort yil icinde tam bir okuma hummasina tutulmus ve Yahya Kemal'in 1000 Temel Eser dizisinde cikan uc kitabi da dahil olmak uzere bir hayli kitap okumustum. Fakat Tanpinar'la tanisikligim, diger eserlerine ulasamadigim icin Bes Sehir'de kalmisti. Derken birgun CHP iktidara geldi ve her nedense zararli(!) buldugu 1000 Temel Eser dizisinin yayinina derhal son verdi. Tercuman, 1001 Temel Eser'i yayimlama kararini iktidarin bu akilalmaz uygulamasi uzerine almistir. Guzel bir tesaduf; bu dizinin de ikinci kitabi Tanpinar'in imzasini tasiyordu: Huzur. Turan Alptekin'in o siralarda Ortadogu gazetesinde tefrika edilen ve daha sonra kitap olarak da yayimlanan "Bir Kultur Bir Insan" baslikli yazi dizisini unutmamak gerekir.
Itiraf ederim, hem yogun bir yasanti romani olan, hem de sasirtici zenginlikte bir kultur birikimine dayanan Huzur'u, ilk denememde sonuna kadar okuyamadim. Kitaplarin dunyasinda emeklemeye baslayan butun gencler gibi ben de her seyi bildigimi saniyordum; bu yuzden kusuru kendimde arayacak yerde Huzur'da aradim, yani begenmedim. Nicin begenmedigimi de hala kullandigim nushanin arka kapagina cok bilmis havalarda not etmistim. Ancak Saatleri Ayarlama Enstitusu'nu okuduktan sonra Tanpinar bir daha terketmedi beni. Birinci sayfasina dustugum nota bakilirsa, Remzi Kitabevi'nden 9 Kasim 1974 tarihinde satin aldigim bu nefis romani didik didik etmisimdir. Rahatlikla iddia edebilirim: Saatleri Ayarlama Enstitusu edebiyatimizin en guzel romanidir. Tabii daha sonra Huzur'u birkac defa tadina vara vara okudum. Ardindan Mahur Beste, Sahnenin Disindakiler, XIX. Asir Turk Edebiyati Tarihi, Edebiyat Uzerine Makaleler, Yahya Kemal, Yasadigim Gibi, Mektuplar, Siirler... Ve merhum Mehmet Kaplan'dan Tanpinar'in Siir Dunyasi.
Ben bu seruveni yasarken Tanpinar'in solda da haril haril okundugunu bilmiyordum. Yeni A dergisinin elime tesadufen gecen bir sayisinda Hilmi Yavuz'un "Tanpinar'in Solculugu Efsanesi" baslikli yazisindan solcu bir yazarin benim yazarimi Yeni Ortam gazetesinde solcu ilan ettigini ogrendim ve siki bir milliyetci oldugum icin cok kizdim. Selahattin Hilav'in beni adamakilli ofkelendirip Tanpinar'a daha siki sarilmama yol acan Tanpinar Uzerine Notlar'ini daha sonra bulup okumus ve cok begenmisimdir.
Sozunu ettigim tartismalar ve Huzur'un Tercuman tarafindan yeniden basilmasi Tanpinar'i birden sag ve soldaki aydinlarin gundemine yerlestirivermisti. Aslina bakilirsa cok tuhaf bir durumdu bu; sanki birisi dugmeye basmis, birden herkes Tanpinar'ci kesilmisti. Demek ki her seyin bir vakti/saati var. Onun eserlerini verdigi gecis doneminde aydinlarin gundemi o kadar farkliydi ki, uzun bir sure okunmak ve anlasilmak soyle dursun, ciddiye bile alinmadi. Hatta kiligina kiyafetine itina gostermedigi icin Ankara'daki ogretmenligi sirasinda kendisine -buyuk ihtimalle Nurullah Atac tarafindan- "Kirtipil" lakabi takilmisti.
Tanpinar, disaridan bakanlarin kendisini "gulunc bir havada" gormelerini tezat icinde yasamasina baglarsa da, uzun sure gormezlikten gelinmesi ve ciddiye alinmamasi -bence- daha ziyade yazdiklarinin inkilaplarin ruhuna aykiri bulunmasindandi. Cunku hayatimizdan sokulup atilmak istenen degerlerin coguna cagdaslarindan cok farkli bir gozle bakiyor, Emir Sultan'dan, Haci Bayram'dan, Aziz Mahmud Hudai'den, Seyh Hamdullah'dan, Yesarizade'den, Fuzuli'den, Baki'den, Seyh Galib'den, Itri'den, Dede'den, Zaharya'dan vb. dem vuruyor, ustelik tefekkurunun ve eserlerinin eksenine bu degerleri yerlestiriyordu. Onceleri radikal bir Batici iken 1932 yilindan sonra "kendisi icin tefsir ettigi" bir sarkta yasamaya baslayan Tanpinar, Tanzimat'tan beri hayatimiza hakim olan kultur ikiligini ve devamsizligi -sancilarini bizzat yasayan bir aydin olarak- ciddi bir bicimde sorgulamaya baslamisti.
Hasan Ali Yucel'ler, Ahmet Kutsi Tecer'ler, Nurullah Atac'lar, yani Tanpinar'in en yakin arkadaslari devlet ideolojisinin hem yapicilari, hem de en hararetli savunuculariydi; onun dusuncelerini bir cesit aydin fantezisi olarak degerlendiriyor ve pek tehlikeli gormuyorlardi. Cunku o bir kavga adami degildi; mesela Turk musikisi klasiklerini Radyoevi'ne gidip studyoya kapanarak saatlerce dinleyecek kadar sevdigi halde, hic bir zaman alaturka-alafranga kavgasinda taraf olarak yer almamisti. Cunku tereddutleri vardi ve "Debussy'yi, Wagner'i sevmek ve Mahur Beste'yi yasamak, bu bizim talihimiz" diyordu. Bu bakimdan Tanpinar'i aralarindan uzaklastirmak yerine kontrollerinde tutmayi daha akillica gorduler, Avrupa'ya gonderdiler, milletvekili yaptilar. Zaaflarinin farkindaydilar. Tanpinar'in mektuplarinda Avrupa'ya bir arastirma gezisi yapabilmek icin Talim Terbiye Reisi Ahmet Kutsi Tecer'e yalvarma raddelerine gelmesi sasirticidir. Nasil Asaf Halet Celebi bir "bobstil dandy" olarak tanitilmis ve gayriciddi bir adam imaji uyandirilarak muhtemel tesirlerinin onune gecilmisse, Tanpinar da "Kirtipil" lakabinda ifadesini bulan acik bir asagilamayla gulunup gecilecek zavalli bir adam olarak korunup kollanmistir. Cemil Meric, bir zamanlar Tanpinar'in eserlerine dikkatle egildigini ve kendisiyle tanismak isteyince bazi musterek dostlarinin "Yok canim, salagin biridir, sen sevmezsin, rahatsiz eder seni!" dediklerini soyluyor. Aslinda Tanpinar basindan beri hem kendi degerinin, hem de en yakin dostlari tarafindan bile fazla ciddiye alinmadiginin farkindaydi. Hatira notlarinda Turkce'yi, hece veznini ve Turk tarzi duyusu daha ilerilere goturmek istedigini soyledikten sonra, yapacagi cok is oldugunu ifade ederek soyle yakinmistir: "Varsin sussunlar, varsin okumasinlar; begenmesinler, hayatlarina getirdigim seyin farkinda olmadan, satihdan beni tanisinlar, Bursa siirimle iktifa etsinler. Varsin en aptal siirleri okusun(lar), gazeteler bana boykot yapsin. Ben yine isime devam edecegim".
Isine, yani yazmaya devam etti ama, ciddiye alinmadigini bilmesi suphesiz onu son derece tedirgin ediyor, tereddutlere dusuruyordu. Bu bakimdan devrin hakim kultur anlayisini temsil eden aydinlara yakinlasmak, onlar tarafindan anlasilmak icin gosterdigi gayreti anlamak mumkundur. Sabahattin Eyuboglu ve Azra Erhat gibi Mavi Anadoluculara gereginden fazla deger vermesi, hatta devrin havasina kapilarak bazi Yunan klasikleri tercume etmesi, Tanpinar'in yasadigi tereddutlerin ve derin yalnizligin sonuclari olarak degerlendirilebilir. Hatiralarinin son sayfalarinda kendi kendisiyle asikar sekilde tezatta oldugunu ifade ederek Suleymaniye'den ve bir iki musiki eserinden baska garpla olcusecek degerimizin bulunmadigini yazmistir. Eger biraz daha yasasaydi, onu 1932 oncesine donmus olarak gorebilirdik.
Tanpinar, bundan tam otuz bes yil once (24 Ocak 1962) oldu. Kafasindaki tezatlari giderememis, fakat ardinda cok sayida onemli eser birakmisti. Tipik bir gecis donemi aydiniydi; iyi bir sair olmak istedi, fakat edebiyatin teorik meseleleriyle hasir nesir olan ve estet tarafi agir basan butun sairler gibi siirini zekasina hapsederek kisirlastirdi. Sair olarak yola cikmisti, surekli yeniden okunacak ve her okunusta yeniden kesfedilecek hikayeler, romanlar, denemeler ve bir edebiyat tarihi yazdi.
Oyle yazdi ki, bircok meseleyi hala onun cizdigi cercevede tartisiyoruz.
Hala onun penceresindeyiz.
Be�ir Ayvazo�lu